-
1 задремать
-
2 засыпать
uyumak,uykuya dalmak; kapamak,doldurmak; örtmek* * *I засып`атьнесов.; сов. - зас`ыпать1) (яму и т. п.) kapamak; doldurmak2) örtmekдоро́гу засы́пало сне́гом — yol karla örtüldü / kar altında kaldı
ему́ засы́пало глаза́ песко́м — gözlerine kum doldu
3) разг. salmakзасыпать рис в бульо́н — pirinci et suyuna salmak
4) перен. boğmak; yağdırmakзасыпать кого-л. комплиме́нтами — iltifata boğmak
II засып`атьзасыпать кого-л. вопро́сами — birine sual yağdırmak; birini sual yağmuruna tutmak
несов.; сов. - засну́тьuyumak; uykuya dalmak; içi geçmek -
3 становиться
I несов.; сов. - стать I1) durmak; çıkmak; olmakстанови́ться в о́чередь (за чем-л.) — sıraya girmek; kuyruk olmak
стань ря́дом со мной — yanıma gelip dur
мы ста́ли в два ряда́ — iki sıra olduk
2) geçmekстать за прила́вок — tezgah başına geçmek
станови́ться на коле́ни — diz çökmek
стать на́ руки — amuda kalkmak
стать на цы́почки — ayaklarının burnu üstünde kalkmak
медве́дь стал на за́дние ла́пы — ayı art ayakları üzerine kalktı
4) в соч.стать ла́герем — kamp kurmak
стать на прива́л — mola vermek
••стать на лы́жи — kayağa başlamak
когда́ он стал на лёд / на коньки́? — patinaja ne zaman başlamıştı?
стать у вла́сти — iktidar başına geçmek
стать на путь социалисти́ческого разви́тия — sosyalist gelişim yoluna girmek
II несов.; сов. - стать II, врзстанови́ться на доро́ге кого-л. — birinin yolu üzerine dikilmek
olmak; hal almakстать материа́льной си́лой — maddi bir güç haline gelmek
стать учи́телем — öğretmen olmak
дни станови́лись коро́че — günler kısalıyordu
лицо́ её ста́ло стро́гим — yüzü sertleşti
оа́зис станови́лся пусты́ней — vaha çölleşmekteydi
станови́лось темно́ — ortalık kararıyordu
круго́м ста́ло темно́ — her yan karanlık kesildi
э́то ста́ло соверше́нно невозмо́жным — bu, büsbütün olanaksızlaştı
жизнь её станови́лась невыноси́мой — hayatı çekilmez bir hal alıyordu
э́то ста́ло на́шей перве́йшей зада́чей — bu, bizim bir numaralı görevimiz halini aldı
станови́ться тради́цией — gelenek haline gelmek; gelenekleşmek
в ко́мнате сра́зу ста́ло светло́ — odanın içi birden aydınlanıverdi
больно́му ста́ло ле́гче — hasta rahatladı
мне ста́ло ску́чно — canım sıkıldı
к ве́черу ста́ло прохла́дно — akşama doğru hava serinledi
в октябре́ ста́ло хо́лодно — Ekim ayında havalar soğudu
противоре́чия станови́лись бо́лее глубо́кими — çelişkiler daha da derinleşmekteydi
па́ртия станови́лась всё сильне́е — parti giderek güçlenmekteydi
-
4 помнить
hatırlamak, hatırda / akılda tutmak; unutmamakоб э́том всегда́ ну́жно по́мнить — bunu her zaman akılda tutmalı
ты всё по́мнишь? — tümü hatırında / aklında mı?
ты по́мнишь,... — hatırlar mısın,...
не по́мню — hatırımda değil
я всё по́мню (наизу́сть) — hepsi ezberimdedir
••не по́мнить себя́ от ра́дости — sevinçten kendinden geçmek, sevinçten içi içine sığmamak
с тех пор как я себя́ по́мню — ben kendimi bildim bileli
См. также в других словарях:
içi geçmek — 1) istemeden kısa bir süre uyuyuvermek Hanife kadın hastalandı, şimdi o gelinceye kadar işlerini ben yapıyorum, çamaşır yıkadım da yorulmuşum, şöyle içim geçmiş. R. H. Karay 2) bir işe yaramaz duruma gelmek 3) yaşlılıktan, güçsüzlükten isteksiz… … Çağatay Osmanlı Sözlük
içi içine geçmek — tedirgin olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
höşnemek — içi geçmek, laçkalaşmak … Beypazari ağzindan sözcükler
iç — is. 1) Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir. Ç. Altan 2) Oyuk şeylerin boşluğu 3) Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta Tahtanın içi… … Çağatay Osmanlı Sözlük
ZÜHAR — Zorla içi geçmek. * şiddetle teneffüs etmek … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
can — is., Far. cān 1) İnsan ve hayvanlarda yaşamayı sağlayan ve ölümle vücuttan ayrılan madde dışı varlık 2) Yaşama, hayat Bir kedi yavrusunu kurtarmak için ipe sarılıp kuyuya iner, canımı tehlikeye koyardım. R. N. Güntekin 3) Güç, dirilik Her şeyde… … Çağatay Osmanlı Sözlük
üst — is. 1) Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk, alt karşıtı Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor. H. E. Adıvar 2) Bir şeyin görülen yanı, yüzü Bu sefer taşın üstünden… … Çağatay Osmanlı Sözlük
ara — is. 1) İki şeyi birbirinden ayıran uzaklık, açıklık, aralık, boşluk, mesafe 2) İki olguyu, iki olayı birbirinden ayıran zaman, fasıla 3) Kişilerin veya toplulukların birbirine karşı olan durumu veya ilgisi Öğrenciyle öğretmenin arasının daima iyi … Çağatay Osmanlı Sözlük
derinlik — is., ği 1) Bir şeyin dip tarafının yüzeye, ağza olan uzaklığı 2) fiz. Bir cismin en ve boy dışındaki üçüncü boyutu 3) Bulunulan yere göre uzakta olan yer Ormanın derinliklerinden bir ses geldi. 4) mec. Özüne inerek ayrıntılı bir biçimde kavrama… … Çağatay Osmanlı Sözlük